AB Fonlarıyla Kurulan Tuzak KKTC’yi Baypas Et, Federasyonu Dayat!

Abone Ol

Gazeteci Yazar sayın Sabahattin İsmail beyin Facebook’ta yayınladığı makalesi ciddi ses getirdi ve KKTC’de uzun zamandır unuttuğumuz çok önemli bir konuya dikkat çekti.

Avrupa Birliğinin yıllardır uyguladığı Kuzeyde yardım politikası, Kıbrıs Türk halkı açısından masum bir destek olmaktan çok öte, siyasi bir mühendislik olarak karşımıza çıkıyor.

AB, “iki toplumlu” projeler adı altında KKTC’nin resmi kurumlarını devre dışı bırakıyor, milyonlarca euroyu doğrudan sivil toplum örgütlerine, şirketlere, belediyelere, şahıslara ve medyaya aktarıyor.

Bu fonların nihai hedefi, Brüksel’in resmi belgelerinde açıkça yazıyor, KIBRIS’IN YENİDEN BİRLEŞMESİ. AMA BU BİRLEŞME BİZİM ANLADIĞIMIZ ANLAMDA SİYASİ EŞİTLİĞE FAYALI İKİ BÖLGELİ İKİ TOPLUMLU FEDERASYON TEMELLİ BİRLEŞME DEĞİL.

2004’te Rum yönetiminin AB’ye girişi sırasında kabul edilen Protokol 10, Kuzeyde AB müktesebatının askıya alındığını ilan etti.

Bu boşluğu doldurmak için 2006’da 389/2006 sayılı Konsey Tüzüğü çıkarıldı.

Bu düzenlemenin amacı, "Kıbrıs Türk Toplumunun" ekonomik kalkınmasını sözde teşvik ederek yeniden birleşmeyi kolaylaştırmaktı.

Bunun için Lefkoşa’nın kuzeyinde AB Program Destek Ofisi kuruldu. Resmi görevi, fonların dağıtımı ve Kuzeyde temas noktası olmaktı.

Ancak KKTC makamlarının defalarca dile getirdiği gibi, bu ofisin personeline “tek taraflı diplomatik dokunulmazlık” tanındığı iddiası AB belgelerinde açıkça yer almıyor.

Yani bir yandan KKTC’yi tanımayan AB, öte yandan sahada kendi paralel mekanizmasını kurdu.

Hem Devleti Tanıma Hem de Ben Dokunulmazım Söyle...

Bu Konuda Hem Maliye Bakanımız sayın Özdemir Berova beyden Hem de İçişleri Bakanımız sayın Dursun Oğuz beyden Açıklama Bekliyoruz.

Bu Ofisin Dokunulmazlığı Var mıdır ?

Bu Ofis Maliye Bakanlığımızın, İçişleri Bakanlığımızın, Sayıştayımızın ve Meclisimizin Denetimine Tabi midir ?

Fonların akışına bakıldığında devletin tamamen dışlandığı görülüyor.

AB, yardımları KKTC hükümeti üzerinden değil, “Kıbrıs Türk Toplumu” adına sivil toplum örgütlerine, belediyelere, KOBİ’lere ve çeşitli projeler üzerinden çeşitli şahıslara dağıtılıyor.

2006’dan 2024’e kadar tahsis edilen toplam miktar yaklaşık 728 milyon euroya ulaştı. Sadece 2024 yılında 39,5 milyon euroluk yeni bir yıllık eylem programı açıklandı. Son Yıllarda Verilerde Rakamlar Var Kurumlar Yok...

Yüzlerce dernek ve vakıf bu paraların doğrudan muhatabı oldu.

Bu gerçeği en net şekilde dile getiren isim bir dönemin Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı sayın Serdar Denktaş beydi.

Sayın Denktaş, 6 Eylül 2016’da yaptığı açıklamada AB’den para alan örgütleri isim isim açıkladı ve bu fonların nerelere harcandığını, hangi sonuçlar doğurduğunu, halkın bundan ne yarar gördüğünü sordu.

O dönem sadece 2015 yılında sivil toplum aktiviteleri adı altında dağıtılan meblağ 7,4 milyon euro idi. Bir derneğe bilgiye erişim için 214 bin, bir başka gruba güven artırıcı rapor için 142 bin, bir diğerine düşünce kuruluşu kurmak için 83 bin euro verilmişti.

Rakamlara Bakınız...

Sayın Denktaş’ın açıkladığı listede kuş gözleminden folklora, göç çalışmalarından kanser araştırmasına kadar onlarca başlık vardı.

Sayın Denktaş’ın bu doğal şeffaflık talebi sert bir tepkiyle karşılandı.

AB fonlarıyla beslenen örgütler ve medya, SAYIN BAKANA TOPYEKÜN SALDIRIYA GEÇTİ.

Sonunda Denktaş geri adım atmak zorunda kaldı ve fonların denetimsiz akışı aynı şekilde devam etti.

O günden bugüne bu tablo değişmedi, “Beşinci Kol” tartışmaları hep gündemde kaldı.

Bugün geldiğimiz noktada AB’nin yardım politikası, nötr bir kalkınma programı değil, SİYASİ BİR OPERASYON olarak işliyor.

Her hibe çağrısında “iki toplumlu diyalog” ve “yeniden birleşmeye katkı” şartı aranıyor.

Bu, fonların yönlendirici bir yapıya sahip olduğunu açıkça gösteriyor.

GÜNÜMÜZDE AB, SAYIN ERHÜRMA’NIN SEÇİM PROPAGANDASINDA BELİRTTİĞİ, SİYASİ EŞİTLİĞE DAYALI YAPIYI DA REDDEDİYOR ve fon mimarisini bu yönetim anlayışının dışında bir federatif çözüme hazırlık olarak kurguluyor.

Rum Yönetimi Bunu Çok İyi Bildiği İçin 2017 Crans Montana Sürecinde Masayı Devirdi ve KKTC’de Sürecin Kendi Lehine Rum Tarafının Çıkarlarına Gelişmesini Bekledi.

Ancak Süreçte Oyunu Bozan Sayın Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar Oldu.

AB’nin Planını Kendileri Açısından Akamate Uğratan Süreç Sayın Tatar’ın Tezi Olan İki Devletli Çözüm Politikası İle Bir Anda Kendilerince İvme Kaybetti.

Türkiye Cumhuriyeti Bu Politikanın Arkasında Durdu ve BM'de Türkiye Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan beyefendi aracılığıyla Deklare Etti.

Bu Güçlü Deklarasyon Sonrası Süreç Türk Devletleri Nezdinde Girişimlerle Devam Ettiriliyor.

Ancak Fonlar Fütürsuzca Dağıtılmaya Devam Ediyor, Geçen Yıllarda Şefaf Olarak Dağıtılan Fonlar Bugün GİZLİ ŞEKİLDE DAĞITILIYOR VE ŞAHISLAR, FİRMALAR VE İLİŞKİLER AB NORMLARINA AYKIRI BİÇİMDE AÇIK VE ŞEFFAF OLARAK GÖSTERİLMİYOR.

AB’nin Hesapsızca Fonladığı Kuzey Kıbrısta Bu durum üç büyük tehlike yaratıyor,

1- KKTC bypass edilerek egemenlik aşınıyor,

2- Toplum AB'nin hedefi belirli bir çizgiye yönlendirilmeye çalışılıyor,

3- Fonların denetimi tamamen devletin dışında kalıyor.

Çözüm fonları yasaklamak değil, denetimi elimize almak olmalıdır.

Yurt dışından fon alan kişi ve kuruluşlara beyan zorunluluğu getirilmeli, büyük hibelerde devlet imzası şart koşulmalı, ulusal öncelik listesi hazırlanmalı ve SAYIŞTAY DENETİMİ sisteme dahil edilmelidir.

Yeşil Hat ticaretinde bağımsız teşviklerle AB fonuna bağımlılık azaltılmalıdır.

Avrupa Birliği’nin oyun planı açıktır, “İKİ HALK DEĞİL, İKİ TOPLUMLULUK” perdesi altında KKTC’yi bypass etmek, devlet kurumlarını zayıflatmak ve Rum Boyunduruğu Altında Yama Olarak Federasyona hazırlık yapmak.

Sayın Serdar Denktaş’ın 2016’da sorduğu sorular hala cevapsızdır.

Bu paralar kime, hangi amaçla, hangi şartlarla veriliyor ?

Toplum bundan ne kazanıyor ?

Bugün bu soruları daha yüksek sesle sormak zorundayız, çünkü mesele sadece mali yardım değil, egemenliğimizin geleceğidir.