“İşin başı sağlık” derler de, nedense pek önemsemeyiz. Halbuki ne varsa sağlıkta var. Neyse, bunlara sonraları geçeceğiz de, bizleri bugünlere taşıyan 21 Aralık 1963 olaylarına değinmek, ‘Kanlı Noel’ diye de anılan olayları aktarırken, tarihe ışık tutmak istiyoruz. Çünkü o günleri tüm acısıyla, dondurucu soğuğuyla yaşayanlardanız.
Kıbrıslı Türkleri ortaklıktan atmak ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne tek başına sahip çıkmak için adımlar atılırken, elbette bunların farkında olanlar da yok değildi. Başta da Türk Mukavemet Teşkilatı mensupları…
Kıbrıs Türk halkını aynen Girit’te olduğu gibi, bir gecede topluca katlederek, adanın Yunanistan’a ilhakının (ENOSİS) gerçekleştirilmesini planlayanlar, dolaylı da olsa işi açığa dökmekten geri kalmıyorlardı.
İç güvenlikten ve polis ile jandarmadan sorumlu, Makarios’un en güvendiği kişilerden İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis’in, Türk polislerini silahtan arındırması, deyim yerindeyse üniformalı, ama silahsız Türk kesimine, evlerine göndermesi hazmedilecek gibi değildi. Aynı şekilde jandarmada da durum farksızdı. Jandarma komutanı bir Türk merhum Ahmet Niyazi olmasına rağmen hiçbir yetkisi kalmamış, komutanlığın içi boşaltılmıştı.
Yorgacis zevkten dört köşeydi adeta… Bir taşla birkaç kuş vurmanın peşindeydi. Polis ve jandarmanın işini halleden Yorgacis, karma ordu ‘Kıbrıs Ordusu’ndaki Türk subaylarının da evlerine gönderilmesiyle ‘Akritas Planı’ uyarınca önemli mesafe kat etmişti. Türklere topyekün saldırılar öncesi geriye Türk semtlerine baskın düzenlemeler kalmıştı. Bu vesileyle hem Kıbrıslı Türkler provoke edilecek, hem de Rum istihbaratına göre belirlenen ev ve iş yerlerinde silahlı baskın ve aramalar yapılacaktı…
Nereleriydi bunlar?
Türk liderliğinin girip çıktığı yerler, spor kulüpleri, torno ve benzeri atölyeler, iş yerleriydi. ‘Teşkilatçıların’ da uğrak noktaları olan Ali Zir’in Lokantası ya da Hammal’ın Mustafa’nın Meyhanesi gibi! Yorgacis’in ekiplerinin gözü özellikle Çetinkaya Türk Spor Kulübü’ndeydi. Çünkü bu kulüp Rumlar tarafından da iyi bilinmekteydi. Söz konusu Rum militanlar geceleri Lefkoşa’nın ve Mağusa’nın Türk bölgelerinde cirit atıyor, ‘Köşe kapmaca’ oynuyorlardı.
Gece karardı mı, modern silahlarla donatılmış, sözde polis üniformalı EOKA militanları ‘Birkaç güne kalmaz buralar da bizim olacak’ dercesine özel araçlarla, jiplerle volta atıyorlardı.
Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un söylemleri teker teker gerçekleşme aşamasına gelmişti. Kıbrıs Cumhuriyeti anlaşmalarını Dr. Fazıl Küçük ile birlikte imzaladıktan sonra adaya dönen Makarios, Kıbrıs Rum halkına yaptığı konuşmada, ‘Merak etmeyiniz, bu anlaşmalar ENOSİS’e giden yolda sıçrama tahtasıdır’ demişti. Bu, hem Kıbrıs Türk liderliğine, hem de Ankara’ya verilen mesajdı.
Türk tarafının ‘Siyasi eşitlik’ hakkı vardı ama ne işe yaradı? Her şey Rum’un kontrolünde, egemenlik alanındaydı. Hani ‘Güç kimde ise…’ derler ya!
Polis Genel Müdür Yardımcısı Refik Efendi ve Jandarma Komutanı Ahmet Niyazi (Gara Niyazi) acınacak duruma düşürülmüşlerdi. İki arada bir derede kalmışlardı. Ya koltuklarında robot misali oturacak, Makarios’a, Yorgacis’e biat edeceklerdi, ya da silahtan arındırılan ve Türk bölgelerine, evlerine gönderilen Türk polisleriyle, jandarma mensuplarının saflarında yer alacaklardı.
Niyazi Efendi’nin Rum yönetimince hazırlanan bazı bilgileri Kıbrıs Türk halkına okuması isteniyordu ki bu da çok sıkıcı olduğu kadar kendisini ‘iki arada bir derede’ bırakmıştı. O günlerde ben Halkın Sesi Gazetesi’ndeyken günde birkaç kez oraya uğrar, Dr. Fazıl Küçük ile görüşür, görüş alışverişinde bulunurdum. Bu nedenle içine düştüğü sıkıntıyı gözlerinden okuyabiliyordum.
Yoğun bakımdan çıktığım şu günlerde, sağlığımın elverdiği kadarıyla bugünün önemine binaen görüşlerimi aktarmaya çalıştım. Hepinize selam olsun…






