Milli Mücedele Vakfı Başkanımız Sayın Aziz Gülbahar’ın sayın Cumhurbaşkanımız Tufan Erhürman’a bir basın açıklaması ile önerilerine hukuki destek niteliğindeki yazısıyla katkı koyan sayın Dr. Ahmet Mustafa Osam’ın değerlendirmesi, Kıbrıs meselesinin hem tarihsel hem de hukuki boyutunu doğru kavrayan güçlü bir çerçeve sunmaktadır.
Özellikle Milli Mücadele Vakfı Başkanı sayın Aziz Gülbahar tarafından ortaya konan dört temel ilkenin, modern uluslararası hukukun değişmez esasları olduğunu vurgulaması büyük önem taşımaktadır.
Yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, vicdan ve düşünce özgürlüğü, kendi kaderini tayin etme ve doğal kaynaklar üzerindeki egemenlik sadece ahlaki değil, aynı zamanda devletlerin rızasına bağlı olmayan bağlayıcı normlardır.
Bu haklar, Birleşmiş Milletler Şartı’ndan temel insan hakları sözleşmelerine kadar pek çok uluslararası belge tarafından tanınmış ve “jus cogens” niteliği kazanmıştır. Bu nedenle Kıbrıslı Türklerin, 1964 sonrası oluşan tek taraflı düzeni kabul etmemesi hem hukuki hem de siyasal açıdan son derece meşrudur.
Dr. Osam’ın işaret ettiği gibi, 1964 yılında BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 186 sayılı karar neticesinde ortaya çıkan temsil sorunu, uluslararası hukukun en temel ilkelerinden biri olan “ortak egemenlik” yapısını bozmuştur.
Bakınız, 1960 Kuruluş Antlaşmaları gereği Kıbrıs Cumhuriyeti iki halkın ortak siyasi varlığı üzerine kurulmuş iken, 1963 sonrası Rum tarafının tek taraflı iddiası uluslararası alanda fiilen kabul görmüş, fakat HUKUKEN hiçbir zaman meşruiyet kazanmamıştır. “Bir hukuksuzluktan hak doğmaz” ilkesi gereği, Rum tarafının 1964’ten beri sürdürdüğü tek yanlı temsil durumu, uluslararası hukuk bakımından sorunludur ve müzakere süreçlerini sakatlayan bir unsurdur.
Nitekim Avrupa Birliği sorunlu bir toprağı Birliğine almakla Avrupa Birliğinin Kuruluş İlkelerine Açıkça Karşı Bir Onay Vermiş ve Kuruluş Felsefesini Taraflı Bir Duruşla Yerle Bir Etmiştir.
Bu yapısal sorun ortadan kaldırılmadan, gerçek anlamda eşit taraflar arasında bir müzakere yapılması mümkün değildir.
Kıbrıslı Türkler için talep edilen hakların tamamı, dünyanın her yerinde tüm toplumların doğal olarak sahip olduğu haklardır ve herhangi bir ayrıcalık değil, aksine 1964’ten bu yana sistematik biçimde inkar edilmiş temel haklardır.
Bu nedenle, Rum tarafı uluslararası hukuk kişiliğinin iki halka ait olduğunu açıkça kabul etmedikçe ve “tek meşru temsilci” iddiasından vazgeçmediği sürece bir müzakerenin başlaması hukuken de mantıken de doğru değildir.
Bir halk, kendi siyasal varlığının tanınmadığı bir masaya oturmaya zorlanamaz. Bu, devletlerin ve halkların eşitliği ilkesinin doğrudan ihlalidir.
Doğal kaynaklar üzerindeki egemenlik meselesi de yine uluslararası hukukun açık hükümleriyle belirlenmiş bir haktır. Rum tarafının yıllardır hidrokarbon kaynakları konusunda tek taraflı adımlar atması, hem ortaklık antlaşmalarına hem de doğal kaynaklarda ortak yönetişim ilkesine aykırıdır. Dolayısıyla dört temel ilkenin masaya ön koşul olarak konulması sadece siyasi bir talep değil, aynı zamanda zorunlu hukuki bir gerekliliktir.
Sonuç olarak Dr. Osam’ın değerlendirmesi, Kıbrıs meselesine ilişkin gerçekçi, hukuka dayalı ve çözüm odaklı bir yaklaşım sunmaktadır.
1964’ten beri devam eden temsil sorununun giderilmesi, uluslararası hukuk kişiliğinin iki halk arasında eşitlik temelinde yeniden tanımlanması ve müzakerelerin ancak bu zeminde başlaması gerektiğine dair tespitleri tamamen yerindedir.
Bu yaklaşım hem meşruiyet hem de çözümün sürdürülebilirliği açısından doğru ve zorunlu bir çerçeve oluşturmaktadır. Dr. Osam’ın ortaya koyduğu hukuki analiz, Kıbrıs Türk halkının uluslararası hukuk tarafından tanınmış haklarının korunması ve gelecekteki müzakerelerin sağlıklı bir zemine oturması bakımından güçlü bir dayanak teşkil etmektedir.