Kıbrıs’ta yeni politika dönemine doğru ciddi bir ilerleyiş söz konusu.

Türkiye’de seçimlerin tamamlanmasının ardından gözler bu kez Yunanistan’a çevrildi.

Yunanistan’da bizimle aynı günde, 25 Haziran’da yeniden seçim var.

Bu kez hükümet kurabilecek bir sonuç çıkması daha yüksek bir ihtimal.

Bu eşiğin de geçilmesiyle artık önümüzde engel kalmıyor.

Siyasi anlamda yani.

Rum Yönetimi bir süredir müzakere masasının yeniden kurulması için çalışmakta.

Ancak onların bazı şartları var.

Aynı bizim gibi.

Rum Yönetimi bir yandan federasyon görüşmeleri için müzakere masasının yeniden kurulmasını istiyor, ama bunu yaparken de Avrupa Birliği’nin de masaya dahil olması şartını öne sürüyor.

Bu nokta müzakere edilebilir.

Taraflar (Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum) gayri resmi bir şekilde bu konuyu müzakere etmeye başlayabilirler.

Ya da her iki tarafın özel temsilcileri seviyesinde nabız yoklanabilir.

Bir taraf AB katılımlı federasyon müzakeresi istiyor, diğer taraf ise müzakere için eşit egemenliğinin tanınmasını istiyor.

O zaman oturup konuşsunlar.

Rum tarafının AB’nindahli talebini Türk tarafı “İki Devletli Çözüm Modeli” şartı ile kabul edebilir.

Ama buna Rum tarafı sıcak bakmaz kesinlikle.

İşte o zaman da Türk tarafı AB’yi devreye sokmalıdır.

Nasıl mı..?

İki Devletli Çözüm Modeli, AB Çatısı Altında İki Devletli Çözüm Modeli şeklinde revize edilebilir.

Elbette kabul edilmez.

Ama reddedilmiş olmasına rağmen bir müzakere noktası oluşturur.

Artık bir seçenek olarak masadaki yerini alır.

Kıbrıs Türk tarafı da müzakereye başlangıç noktası olarak bunu gösterir.

Bu noktada en büyük sıkıntı kendi içimizdedir.

Ne yazık ki...

Annan Planı Referandumu sonrasında ülkemizde büyük bir “AB Karşıtlığı” yaşanıyor.

Bundan vazgeçmmiz lazım.

Ülke nüfusunun yarıdan fazlasının AB vatandaşı olduğunu düşünürsek bunu neden yapmamız gerektiğini daha iyi anlarız.

AB üyeliğine karşı çıkanların öne sürdükleri yegane argüman Türkiye’nin garantörlüğünün devamı önünde bir engel oluşturacağıdır.

İlk bakışta bu doğrudur.

Ama artık günümüzde yaşanan değişimler durumu farklılaştırmaktadır.

Güvenlik temini için garantörlük şart değildir.

İki devlet arasında da böyle bir anlaşma yapılabilir.

Türkiye’nin NATO üyesi olması da göz önüne alındığında, ABD veya AB’nin buna karşı çıkmayacağını görebiliriz.

Hele de Ukrayna’da yaşananlardan sonra, Türkiye gibi bir gücün Kıbrıs’taki askeri varlığına kesinlikle karşı çıkmazlar.

Hatta memnun bile olurlar.

İş bize düşüyor.

Hemen çalışmasını yapıp girişimlere başlamalıyız.

Özellikle de toplumun beklentileri dikkate alınmalı ve bu yönde adımlar atılmalıdır.

KKTC’nin tanıtılması ve ekonomik anlamda kendi ayakları üzerinde durması için çalışırken, böylesi bir durumdan fırsat ya da fırsatlar yaratabiliriz.

Yeter ki isteyelim...