Bu yazı kesinlikle şahısları hedef alan ya da bunu amaçlayan biz yazı değildir.

Bunu peşinen belirteyim, söze öyle başlayayım.

Son günlerde yaşanan bir polemikten bahsetmek istiyorum.

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yemin törenine katılmak üzere Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı’nın ülkeden ayrılmalarıyla başlayan süreci konuşalım bugün.

Malum, Cumhurbaşkanı ülkede olmadığında vekaleti Meclis Başkanı’ndadır.

Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe giren bir durumdur.

Ve bu gibi durumlarda Meclis Başkanı Cumhurbaşkanı olmaktadır.

Tam yetkili bir şekilde.

Geçmişte örnekleri de var.

Bu ülke Annan Planı referandumuna Cumhurbaşkanı’nın değil de ona vekalet etmekte olan Meclis Başkanı’nın imzasıyla gitmiştir.

Gerçi bunun böyle olması o dönemki Cumhurbaşkanı Rahmetli Denktaş’ın tercihiydi.

Böylesi bir referanduma ülkesini taşıyan Cumhurbaşkanı olmadığı için söz konusu yasa önüne geldiği dönemde ülke dışına çıkmış ve imzayı onun yerine vekaleten görevi üstlenmiş olan Meclis Başkanı Fatma Ekenoğlu atmıştı.

Denktaş da, artık hepimizin çok iyi bildiği nedenlerle ülkeye dönüşünde buna itiraz etmemiş ve referanduma gitmiştik.

Bu konuyu örnek olsun diye hatırlattım.

Eski defterleri açmak niyetim yok.

O yüzden bugünle devam edelim.

Cumhurbaşkanı Tatar ile Meclis Başkanı Töre aynı zamanda ülke dışında olunca Cumhurbaşkanlığı makamı da boş kaldı.

Ana Muhalefet CTP Genel Başkanı Erhürman’ın konuyu meclis kürsüsünde dillendirmesiyle de ülkede gündem oldu.

Oysa geçmişte benzer durumlar yine olmuştu ama demek ki onlar gözden kaçmış.

Bu sefer gözden kaçmadı olan oldu.

Her iki taraf da açıklama yaptılar.

Hatta başsavcılık görüşü bile alındı.

İpler iyice gerildi.

Derken taraflar bir araya geldiler.

Haberi yapılan bu buluşmada nedense tarafların ne konuştuğuna ilişkin tek cümle açıklama olmadı.

Belli ki taraflar bu yönde mutabakata varmışlar.

İşte bu olmadı.

Madem ki “susma” tercih edilecekti keşke bu en baştan olsaydı.

En başta etekteki taşların döküldüğü durumlarda sonradan girilen sessizlik işi daha da farklı yorumlara taşır.

Öyle de oldu.

İçeriği kapatılan görüşmenin haberinin duyulması üzerine yapılan vatandaş yorumlarından umarım her iki tarafın da haberi vardır.

Keşke en başta kullanılsaydı “susma” opsiyonu.

Madem olmadı, ardından  yaşanan buluşmaya ilişkin de iki kelam olsaydı.

Olmadı.

Belli ki devletin zirvesinde bir şeyler var.

Vatandaşın yorumu bu yönde.

Hatta yorumdan da öte, bundan eminler.

Ama hiç de hoşnut değiller.

Devletin zirvesinde tansiyonun yükselmesine vatandaş hiç de sıcak bakmıyor.

Hafta sonu biraz sokak yaptım.

Evden daha fazla sokakta zaman geçirdim.

Hemen her yerde aynı iki soru ile karşılaştım.

Birincisi dövizin durumunun ne olacağı ve hükümetin neden bu konuda bir şeyler yapmadığı sorusuydu.

Diğer ise az önce bahsettiğim, devletin zirvesinde nelerin olduğu sorusu.

Malum, benim insanım soruyu doğrudan sormaz.

Mutlaka kendi yorumunu da işe katar.

Ve bu yorumlar çok isabetlidir.

Her siyasetçinin mutlaka duyması gereken kapasitede yorumlardır bunlar.

Sonuçta halkın sesidir.

Kulak vermek lazımdır.

Halk, devletin zirvesinde olanlardan memnun değil.

Tepkili..

Bu tepkisini göstermek için de hazır.

25 Haziran bu tepkinin ilk adımı olabilir.

Bunu ben söylemiyorum.

Sokak söylüyor.

Ben sadece aracılık yaptım ve aktardım.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az…

Bugünlük bu kadar olsun…

Ama bu konuya devam edeceğiz…