Kendimizi dünyanın merkezi zannederiz. Aslında çok da haksız sayılmayız. Kim kendini dünyanın merkezi zannetmez ki? Hatta gezegenimiz Dünya’nın evrenin merkezi olduğu her şeyin de onun etrafında döndüğü binlerce yıl bilimsel gerçek olarak ortaya kondu.

Görmüyor musunuz?

Atlasların, yeni adıyla söyleyelim Google Earth’ün merkezinde küçücük bir adayız.  Onun ortasında Lefkoşa, Lefkoşa’nın ortası da Bandabuliya yakınlarındaki bir nokta oluyor. Ve işte dünya o eksende dönüyor. Ermişlerimiz bana hemen kızıp da “Hayır dünyanın merkezi Sarayönü’dür” diye çıkışmasınlar. “Yine de dünyanın merkezi Bandabuliya yakınlarında bir taştır” diye cevaplamak zorunda kalabilirim. Bu küçük anlaşmazlığı eğer aştıysak konuya devam edebiliriz.

Aynı anda… Batı- Doğu savaşını Ukrayna bir adım daha ileri götürerek Rusya topraklarına taşımak üzere hamleler yapıyor. Rusya buna karşılık Ukrayna tahılının dünyaya taşınmasına imkân veren İstanbul Mutabakatını askıya aldığını açıklıyor. Gazını da artık doğrudan değil, Türkiye üzerinden Avrupa’ya satmak istediğini söylüyor. Ben gazı ruble olarak satacağım diyor, ya peki Türkiye de ben gazı TL olarak satacağım derse ne olur?

Bunun yanında Rusya’nın pek çok metal ve kömür, petrol gibi hidrokarbon ithalatçısı bir ülke olarak dünya ekonomisi üzerindeki etkisi, savaş sürdükçe daha da ortaya çıkıyor. Nükleer silah sahibi Rusya’yı geri kalmış ülke, ekonomisini de Libya ekonomisi zanneden liberaller Ukrayna üzerinden Avrupa’yı ateşe atıp, Almanya ve Fransa’ya ayar veriyor ama diğer taraftan da İngiltere’de fındık fıstık gibi başbakan yemeye başladılar.

Geçenlerde kızına yapılan suikast ile gündeme gelen daha önce de 15 Temmuz günü Türkiye’ye gelerek yaptığı temaslardan adından söz ettiren Rus aktivist Aleksander Dugin yıllardır, Batı Avrupa’nın hegemonyasına karşı bir doğu ittifakından bahsederek bu ittifakın başını da Rusya ve Türkiye’nin çekebileceğini iddia ediyordu. Aktivist dediysek batılı anlamda aktivistten bahsediyoruz. Siyasi ajandası olan ama siyaset üstü bir portre çizen entelektüel tayfasından bahsediyoruz. Kendine siyasetçi demeye cesareti olmayan siyasetçilerden. Yoksa Dugin Doğu Avrupa’nın çok geniş bir kesiminde ciddi bağlantıları ve ciddi kitle gücü olan bir adam. Putin’e olan yakınlığını kendi “düşünsel yoldaşlık” şeklinde tanımlasa da Rus politikalarında etkisi olduğunu en azından “fikrinin iktidarda olduğunu” pek çok emare bize söylüyor.

Rusya’nın bu yaklaşımına çeşitli kesimler hep “acaba bunun arkasında ne var?” ya da “Rusya gibi bir devle ortaklık, yutulmak demektir” yaklaşımı ile baktılar. Haksız da değillerdi. Fakat aynı Rusya’nın Kurtuluş Savaş’ında Türkiye’ye batılılara karşı verdiği desteği de hep yok saydılar. Taksim Anıtı’ndaki Rus generallerin kim olduğunu hiç sormadılar. Genç Sovyet propaganda makinesinin yeni Ankara hükümetine verdiği destek de üzeri karartılarak arşivlerde saklandı. Bugün genç Cumhuriyet’in hızlı sıçraması olarak gösterilen tüm endüstriyel atılım Rus teknolojisi idi. Bugün Nükleer tesisler ve hava savunma sistemlerinde olduğu gibi. Greenpeace’in yaygarasının ve buna alkış tutan alık solculuğun özönünden kaçırdığı bir konu da budur. Altyapı- üstyapı meselesi vardı ya? Ekonomik süreçler, kültürel gelişmeleri etkilerdi ya… Onu hatırlatıyorum… Tarihsel materyalizm falan vardı bir zamanlar…)

Nitekim bugün ABD’nin başında boşlukla tokalaşan bir başkan, İngiltere’nin başında asla Anglo-Saksonları idare edemeyecek bir başbakan (kimse kusura bakmasın; etnik kökeni benim değil ama ortalama İngiliz’in meselesidir…), Ukrayna’da durmadan bize silah verin diye bağırıp kullandıkça da daha ağır silahla karşılaşan bir komedyen, Almanya’da on yıl sonra kimsenin adını hatırlamayacağı bir şansölye ve Fransa’da ise LePen kazanmasın diye seçim kazanabilen bir Macron var… Diğer tarafta Putin, Erdoğan, Şi Cinping gibi şakası olmayan adamlar.

Türkiye’nin Libya’dan Çin’in batısına kadar olan alandaki gücünü toparlama eğilimi, Rusya’nın şişeden çıkan cin rolü Doğu Akdeniz’de Amerikalılarca da görülüyor ki bugün Yunanistan bir askeri üs haline getirildi. Zaten cini şişeden çıkaran onlar. Ve Türkiye bugün dünyada her iki tarafla da görüşebilen tek ülke.

İttifaklar çözülüyor. İttifaklar kuruluyor. Bu geriye döndürülemez bir süreçtir. Bu çatışmanın galibi kim olursa olsun sonucu bildiğimiz dünyayı derinden değiştirecek sonuçları olacaktır. Ya bu Kıbrıs meselesine nasıl yansıyacaktır?

Söylenecek çok şey var…