Canlılar içerisinde en zeki ve akıllı olduğunu bilimsel olarak kanıtlayan bir canlı türüdür İNSAN.

Başka bir canlı türünde göremeyiz; kendisinin ne kadar zeki ve akıllı olduğunu ispatlama derdini.

Farenin labirentten çıkamaması ya da çıkmak için hangi şartların oluşması gerektiğini, karganın cevizi kırmak için nasıl bir zekâ ya da akıl kullanıldığının keşfedilmesi, Pavlov’un köpeklerinin uyarılara verdiği tepkisi gibi…

Evet, o kadar akıllı o kadar zekiyiz ki biz ağacın, börtü böceğin yapamadığı çok şeyi yapabiliyoruz.

Mesela siz hiç gördünüz mü dere yatağında büyüyen ağaç ya da yuva yapan bir hayvanı,

Siz hiç gördünüz mü kendisine korunaksız yuva yapan hayvanı?

Siz hiç gördünüz mü eşini katleden hayvanı?

Siz hiç gördünüz mü kendi soyunu çakala satan aslanı?

Siz hiç gördünüz mü topladığı tüm erzakı tek başına yiyen karıncayı?

Göremezsiniz tabi, çünkü kendini zeki ve akıllı sayan sadece insanoğludur.

Bunu kanıtlayabilmek için de kendine kriterler belirlemiştir.

En yüksek IQ, en çok para, en iyi mevki; bunlar yetmezmiş gibi tabiatı kendi çıkarlarımıza alet ettik.

Para hırsı ile insanın barınma hakkını kendi menfaatlerimize alet ettik; demirsiz, betonsuz evler diktik, dere yataklarına.

Sulak alanları güvensiz betonlarla doldurduk.

Bunu sadece gözünü para hırsı bürümüş olan insanlar yapmadı; kendi ellerimizle seçtiğimiz siyasiler, bürokratlar...

Kısacası bizler yaptık.

Karıncaların, arıların, kurt sürülerinin birlikte hareket ettiklerinde ne kadar inanılmaz işler başardığını biz zeki olduğunu iddia eden insanoğlu olarak fark edemedik mi?

Tabi fark ettik ve tabi ki biliyoruz ama kişisel ve grupsal çıkarlar toplum menfaatinden önce kişisel menfaatleri öne çıkarıyor.

Artık bir yerden başlamak lazım biten insanlığımızı gözden geçirmeye.

Yaşanan onca acı olaydan ders çıkarmak yerine bu acıları yaşatan koşulları gözden geçirip insanın olması gerektiği gibi hareket etmeliyiz.

Yoksa labirentteki fare gibi kısır bir döngünün içinde aynı şeyleri konuşmaya ve yaşamaya devam edeceğiz.