Hadi biraz kıskançlıklarımızdan konuşalım!

Örnekler vererek bu mevzuda olaya bakış açımızı ve potansiyelimizi değerlendirelim…

Ama önce, elbette Google amcamıza bi soralım bakalım “kıskançlık ne demek?”

kıskanmak

–İ•–DEN

1.         1.

sevgide ya da kendisiyle ilişkili şeylerde bir başkasının ortaklığına ya da kendisinden üstün durumda görünmesine katlanamamak.

"Bisikletini kardeşinden kıskanıyor"

2.         2.

herhangi bir yönden kendisinden üstün gördüğü kimsenin bu üstünlüğünden acı duymak.

"Sınıfta kıskandığı tek arkadaşı yoktu"

Bu açıklamalardan sonra elbette arkadaşlarımızı ya da aile üyelerimizi kıskandığımızı itiraf edemeyiz.

Peki ya sevgili?

Hayatınızdaki insana “… seni kıskanıyorum!” benzeri bir itirafta bulundunuz mu hiç?

Ya da bir nedenden aldatıldığınızı fark ettiğinizde hayatınızdaki kişiye sordunuz mu hiç?

•          benden daha mı genç?

•          benden daha mı güzel/yakışıklı?

•          benden daha mı becerikli/varlıklı?

•          benden daha mı akıllı?

•          benden daha mı iyi?

•          benden daha mı çok seviyor?

•          benden daha mı …?

Cevap veriyorum: Evet DAHA! (?)

Oldu mu şimdi?

Rahatladık mı?

Bizden daha da bişeyi varmış demek!

Ne yapacağız şimdi?

“İlle de BEN!” diye mi tutturacağız?

Yoksa küsüp trip mi atacağız?

Ya da belki de bu seçimi için hayatımızdaki kişiye dünyayı dar ederiz…

Hadi kabul edelim!

Her şeyin olduğu gibi herkesin de daha iyisi var elbet.

Göz açılmasaydı da görmeseydi sevgili “daha iyilerini” iyiydi.

Ama olmamış işte, muhtemelen yetersizlikler göze bata bata çevreye baktırmış ve sorgulatmış.

Üstelik cevaplar da belli ki pek bizden yana olmamış…

Kıskandık değil mi?

Çok kıskandık hem de.

Bizden daha bi şeylerin varlığını düşündükçe delirdik!

Çünkü böylesi daha kolay…

Bunca zaman içinde genç ve dinç belki de formda, kalabilmek için kılımızı bile kıpırdatmadık!

Güzel/Yakışıklı olabilmek bir tarafa kişisel hijyenimizi bile önemsemedik!

Üretmek, yaratmak, yapıp, yakıştırmak ya da daha fazlasını elde etmek gibi bir emelimiz ya da mücadelemiz olmadı hiç!

Çoğu zaman düşünmeden, içimizden geldiği gibi yani kelimenin tam manasıyla bodozlama konuşup hareket ettik!

Empati kurmadık, anlayış göstermedik, dinlemedik hepsi bir tarafa en azından susmadık bile belki!

Göstermedik hiç verdiğimiz değeri, bir an, bir saniye durup gözlerinin içine bakarak “seni seviyorum” demedik hiç!

Bunca zaman yapılacak onca şey vardı ve biz hiçbirini denemedik ya da en azından birkaçında sağlam bir başarı, tatmin edici bir sonuç elde edemedik!

Tüm bunlara rağmen haklı olan yine biziz ve hesap soruyoruz!

Öyle mi?

Kıskanç insan, eksik insandır!

Eğer ilişkinizde yeterince özveride bulunduğunuza inanıyorsanız, emin olun kıskanmazsınız.

Hayal kırıklığı ya da üzüntü duyarsınız ama adı kıskançlık olmaz o hissin.

Tam da bu yüzden yaş aldıkça azalır kıskançlık hissi.

Yaş ilerledikçe daha da olgunlaşır tavır, söz ve eylemlerimiz.

En azından daha da tutarlı bir hal alır ki bu konuya da başlı başına bir başlık açılabilir.

Tutarlılık, süreklilik anlamına da gelir…

O halde görünen o ki ortada iki seçenek var!

Biri; zamanın sorunsuz akıp gidebilmesi için dua ederek olgunlaşmayı beklemek…

Diğeri ise Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi’ndeki gibi sondan başa doğru ilerlemek…

Yani evvela bu olgunluk kriterini esas alarak bir yandan daha iyi olabilmek ve kalabilmek adına mücadele ederken diğer yandan haddi ve sınırı kabul edebilecek olgunluğu göstermek.

Karar senin...