Doğa asla boşluk tanımaz.

Bu hepimizin malumu.

Sadece doğa olaylarında değil, yaşamın içerisinde de bu durum geçerlidir.

Şimdi örneklerle lafı gereksiz yere uzatmayalım.

İşaret etmek istediğim esas mesele medyadaki son durum.

Daha doğrusu, sosyal medyanın bizleri getirdiği halden bahsetmek niyetindeyim.

Gerçekten de vahim bir durum söz konusu.

Koronavirüs salgını ile başlayan pandemi sürecinde korkunç bir aşamaya geldik.

Evde kapalı kalan herkes doğal olarak sosyal medyada daha fazla zaman geçirmeye ve hatta orada yaşamaya başladı.

Bizdeki durum pandemi öncesinde de zaten pek parlak değildi.

Sosyal medya hayatın her alanını ele geçirmeye başlamıştı.

Bu durum dünyada da pek farklı seyretmedi.

Sosyal medya kısa sürede herşeyi ele geçirdi.

En başta da siyaseti.

Siyaset artık sosyal medya üzerinden insanlara ulaşmakta.

ABD’nin önceki Başkanı Trump’ın twitter üzerinden yaptıkları, sonrasında twitter’ı satın alan çılgın milyarder Musk’ın ona yaptıkları ve sonrasında yaşananlar çok net bir biçimde aklımızda.

Hal böyle olunca, sadece siyaset değil medya da yeni akımda, sosyal medyada yerini aldı.

Bizde de böyle oldu.

Ancak bu doğal süreçte bir takım anomaliler de yaşanmaya bazı sakatlıklar baş göstermeye başladı.

Sadece ülkemiz özelinde yazmıyorum.

Tüm dünyada ne yazık ki benzer durumlar yaşanmakta.

İlk başta herkes yazar oldu.

Bu genel açıdan olumlu gibi görünse de, aslında bizi son derece yararsız bir sürece dahil etmiş bulunmaktadır.

Yazmakla konuşmak asla aynı değildir.

Aynı, yazmakla okumanın arasındaki fark gibi.

Yazmak kadar okumak da değerlidir.

Ama gel gör ki, yazmanın değerini yitirdiği, okumanın da anlamsızlaştığı bir dönemdeyiz.

Herkes yazıyor.

Ama kimse okumuyor.

Sosyal medya hudutlarındaki durumdan bahsetmekteyim.

Her insanın, her konuda bir fikri olması kesinlikle kötü bir şey değildir.

Aksine, gerekli de bir durumdur.

Herkesin bir fikri olacak ki yanlışları ve doğruları görebilelim.

Yazmak, bu fikirlerin paylaşılmasında temel yöntemdir.

Konuşmak da bir seçenek elbette.

Kimisi kendisini anlatmak için yazmayı tercih eder, kimisi ise konuşmayı daha pratik bulur.

Her ikisi de kabul edilebilir.

Konuşalım ve yazalım.

Ama arada okumayı da dinlemeyi de ihmal etmeyelim.

Ne yazık ki sadece kendi fikrini kabul ettirmek için çırpınan bir topluma dönüştük.

Herkes kendi fikrinden gayet emin.

O kadar ki, başka hiçbir fikri dinlemiyor ve okumuyoruz.

Keşke yazmaya veya konuşmaya başlamadan önce biraz durup etrafımıza baksak.

Kim ne demiş, nasıl yazmış diye araştırsak.

Yapmıyoruz.

Bazı durumları anlatmak için kullandığımız “bilgi kirliliği” tanımına ne yazık ki “fikir kirliliği” ifadesini de eklemiş bulunmaktayız.

Salla gitsin mantığı bunu yarattı.

Hal böyle olunca medya da yavaştan sesini düşürmeye, kalemini daha az sallamaya başladı.

Büyük bir boşluk oluştu.

Ve bu boşluk farklı kaynaklarla dolmaya başladı.

Suçlu aradığım falan yok.

Sadece bir durum tespiti yapmak istedim.

O kadar...