Günümüz jeopolitik şartlarında, Türkiye’nin AB – ABD bağlantılı stratejisine karşı orta koridor projesini, Çin’in kuşak ve yol girişimi ile takviye ederek yeni bir eksen üzerinden yeni politikalar ve inisiyatifler geliştirmesi, enerjinin daha fazla belirleyici bir hale geldiği bu dönemde, Türkiye’nin jeostratejik konumu ve mevcut altyapısı, Rusya ile normal devam eden ilişkileri, Rus ve Hazar gaz kaynaklarına Türk Akımı boru hatlarıyla erişimi ve Avrupa’ya ulaştırma kapasitesine sahip olması; Türkiye’ye önemli bir enerji üssü ve daha güçlü bir jeopolitik aktör olarak ortaya çıkmasına da önemli bir imkan sağlamaktadır.

AB ülkeleri ile ABD’nin Güney Kafkasya ülkeleri ile ilişkilerini sıcak tutmaları ve sıklıkla temaslarda bulunmalarının bölgenin artan jeopolitik ve stratejik önemi ile doğrudan bağlantılıdır.

Ayrıca, gelecek 15-20 yıl içerisinde Çin ile rekabette ABD’nin izleyeceği başlıca stratejinin, küresel rekabetin, siyasi ekonomik ve askeri alanlarda caydırıcılık oluşturmak suretiyle, Çin’i engellemenin ve geri atmanın en kolay yolunun Pekin yönetimini içinden çıkılması karmaşık ve zor bir bölgesel krizle başbaşa bırakabilme mücadelesini ayan beyan bir şekilde görmekteyiz.

Kaldı ki ABD’nin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde 2030’lu yıllardan itibaren en büyük rakip olarak addettikleri Çin ile mücadele etmenin yöntemlerini de madde madde vurgulamışlardır.

Buna göre, Çin yükselen güç olarak rakip, Rusya ise düşman statüsüne konulmuştur.

Tabii bu konu şu anlama gelmektedir:

Soğuk savaş dönemi sonrası tek kutuplu olan dünyamız yeniden çok kutuplu (iki ve daha fazlası) hale getirilmiştir.

Bununla birlikte soğuk savaş döneminden, sıcak savaş dönemine geçilmiştir.

Yani, sürekli kriz ve gerginlik safhası içindeyiz.

Herhangi bir zamanda, herhangi bir savaş, ya da savaş öncesi durumları yaşamamız an meselesidir.

Günümüz konjonktüründe toprak işgalini öngörmeyen muhtelif savaş türlerine maruz kalabiliyoruz.

Stratejiler, taktik sahada teknolojiye de bağlı olarak görünmezlik, sessizlik ve derinlik üzerine bina edilmektedir.

Yine günümüz stratejilerinde, klasik savaş ilan etme şekli de genel hatlarıyla diplomasi kulvarından kalkmıştır.

Siyasi, ekonomik ve jeopolitik ablukalar daha ön plana çıkmıştır.

Bu durumlar ışığında ve yeni stratejik anlayışa göre, tam bağımsız bir Türkiye vizyonu ile proaktif, dengeli, ilkeli bir eksen politikaları üretilmelidir.

Çünkü, yeni savaş konsepti barışçıl olmayan yöntemlerle üstünlük arayışını ifade etmektedir.

Yeni askeri gücün dışındaki yöntemlerin, ki bunlar (siber, asimetrik etkiler ve iktisadi) tedbirleri ihtiva etmektedir.

Stratejik, taktiksel, kurumsal ve kavramsal olarak yeni nesil savaşın boyutları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Rusya Genelkurmay eski başkanlarından birisinin yazdığı makalede de benzer hususlara yer verilmiştir.

Savaş ilanına gerek kalmadığı, askeri olmayan yöntemlerin daha çok kulanılması gerektiği, savaş ile barışı birbirinden ayıran çizginin kaybolduğu konular ele alınmıştır.

2008 Gürcistan savaşında ve 2014 Kırım ilhakında ağırlıklı olarak geleneksel olmayan savaş tatbik edilmiştir.

Nitekim 2015-2016 yıllarında dünyada 49 silahlı çatışma yaşanmıştır.

Bunlardan sadece iki tanesi devletlerarası savaş niteliğindeydi.

Masada da, sahada da post-modern savaş rüzgarları etkili bir şekilde esmektedir.

Savaş stratejileri sadece askerler tarafından değil, geniş bir yelpazede siviller tarafından da çizilmeye başlanmıştır.

Ordu kavramının ifade ettiği anlam kısmen değişerek bilgisayar korsanları, robotlar, siber teknikler ve asimetrik etkiler şeklinde tecelli etmektedir.

Dost – düşman algısı iyice muğlaklaşarak, teknolojik yeterlilik ön plana çıkarak, savaş sivil alana, kentlere, siber alanlara, milli güç unsurlarının tamamı ile kaymıştır.

Yeni savaş anlayışının belirgin özellikleri ile yeni kavram olan “Diplomatik Strateji” kendilerine yeni yollar açarak paralel bir şekilde güçlü diplomasi ve strateji olarak uluslararası aktörler tarafından uygulanmaktadır.