Tarih bilinci ve kültürü bir anda bir günde oluşabilecek bir olgu değildir.

Tarih bilgisi, yüzyılların damıtılmış Türk bilincinin özgün ve yaygın eğitim kurumlarında bireylere aşılanması sonucu hasıl olan ve aidiyet duygusu ile direkt bağlantılı olan bir kavramdır.

Bir milli ve kültürel bağdır.

Burada sizlere uzun uzadıya Genel Tarih’i ya da Kıbrıs Tarihi’ni anlatacak değilim.

Her türlü bilgi kitaplarda, bilgisayarlarda ve internette mevcuttur.

Dileyen dilediği kadar okur, bakar, araştırır.

Ancak burada önemli olan ve altını çizmek istediğim husus, tarihimizi iyi analiz edip doğru anlamamız ve doğru bir şekilde çocuklarımıza, torunlarımıza, yani gelecek kuşaklara aktarmamızdır.

Ortak bir eğitim anlayışı yaratmamız, tarihimize sahip çıkmamız, bekamız ve milli birlik beraberliğimiz için son derece önemlidir.

Ülkelerin ve ulusların kendi geleceklerine ve coğrafyalarına sahip çıkmalarının en etkili yolu, kendi tarihlerini, nereden nereye geldiklerini, nasıl bir mücadele verdiklerini, neler çektiklerini ve ne bedeller ödediklerini çok iyi bir şekilde bilmelerinden geçer.

Coğrafyaların devamlılığı, tarihlerinin yarattığı bilgi atmosferinin ve rüzgarının özümsenmesinden ve anlaşılmasından ibarettir.

Yanlış anlaşılan bir konu vardır.

İnsanlar bazen tarihi olayların önemini ve incelenmesini geçmişe saplanıp kalma olarak düşünmektedirler.

Ya da düşmanlıkların, savaşların, acıların canlı olarak tutulması, ileriyi görememe gibi yanlış bir düşünce yapısı içerisine girmektedirler.

Böyle şeyler temelden yanlış ve gelecek adına da olumsuz bir başlangıç, bir adım demektir.

Tarihten düşmanlık üretmek, tarihi hatalı yorumlamak, vahim yanlış olur ve vahim sonucu da olur.

Burada esas mesele, siz tarihi iyi biliniz ki tekerrür etmesin.

Siz tarihi iyi biliniz ki geleceğinizi sağlam temeller üzerine inşa edebilesiniz.

Milletinizi ülkesi ile birlikte en iyi şekilde koruyabilesiniz.

Bu mental yapı çerçevesinde tarihe ve ondan alınacak derslere bakmak gerekir.

Ülkeler ve uluslar Türk Ulusu gibi zengin bir tarihi mirasa sahipse onunla her zaman gurur duyarlar.

Doğru ve gerçekler temelindeki tarihi olgular ve olaylar bu gururu ve övünç kaynağını misli ile artıracaktır.

Burada Ulu Önder Atatürk’ün o meşhur ve çok güzel sözünü hatırlatmadan geçmek eksik olacaktır.

“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Eğer yazan yapana sadık kalmaz ise değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet kazanır”

İşte milletlerin tarihi yazılırken parola her zaman Atatürk’ün bu sözü olmalıdır.

Bir tarih bilgisi ve bilinci oluşturmak, bilimsel veriler ve vesikalar ışığında hareket ederek uzun ve zahmetli bir çalışmanın eseridir.

Tarihi canlı tanıklarından da dinlemek ve güçlü bir komisyon tarafından kaleme alınmasını sağlamak uygun bir yaklaşım olacaktır.

Dünya tarihi de, ulus-devletlerin tarihi de uluslararası ulusal konusunda uzman ve ehil kişiler tarafından gözden geçirilmelidir.

Tarih komisyonları zaman zaman Dünya Tarih Kongreleri düzenlemeli  ve kıtalar arası ortak çalışmalar yapmalı ve projeler üreterek bu konuda öncü olmalı ve ışık tutmalıdırlar.

Yararlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda etkin ve faal çalışma sonuçlarını insanlığa ve tarihe kazandırmalıdırlar.

Tarih, coğrafya, stratejik planlama hepsi iç içe ve birbiri ile geleceğin şekillendirilmesi açısından çok büyük önem arz etmektedirler.

Yeryüzünden gelmiş geçmiş nice uygarlıklar, kavimler ve insani/beşeri yapılar olmuştur.

İncelendiği zaman bu beşeri yapılar ve ilişkilerin bir çoğu erkenden tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Kalıcı olmak ve silinmez izler bırakabilmenin yolu en önemlisi sosyal ulusal dokuyu, kültürü ve toplumsal özellikleri ezelden ebediye intikal ettirmenin yegane yolu sağlam ve köklü bir geçmişe, yani tarih bilincine, bilgisine ve kültürüne sahip olmaktan geçer.

Zaten millet olabilmenin, topluluktan toplum ulus-devlet olmanın da en önemli ortak vasıflarından bir tanesi de yine ortak ve zengin bir tarihi mirasa sahip olabilmektir.

Sağlık dolu huzurlu günler sizlerle birlikte olsun…