Akşamlar bir başka

Gurbet ellerinde

Geceler bir buruk

Sevginle yoğrulmuş

Acı hasretin

Bir garip yalnızlıkta her yanım

Meral Kâşif

Güvercin, çoğu zaman tüm dünyadan oluşan dev bir evde yaşadığını düşünürdü.

Dünya bir bütündü ve birlikte nefes alırdı.

Dünyadan ayrı ve tek başına olmak, balık gibi sahile vurmak, çaresizlik ve acılar içinde ölümü beklemek gibiydi.

Güvercin, güvercin toplumuyla birlikte onlarca yıl yaşamış, kalabalıkların onu taşıyıp beslediğini asla anlamamıştı. Şimdi ise yalnızlık sahilinde çaresizlik ve şahlanmış acılar içinde yüzüyordu. Düşüncelerinin geldiği yerden ürktü güvercin.

İçindeki tedirgin edici bu yalnızlık hissinin ve geçmişe duyduğu özlemin sebebinin, yoksulluk ya da çaresizlik olmadığını iyi biliyordu…

Anlaşılamamak duygusuydu, belki de hissettiği…

Anlaşılamamaktan çok korkuyordu, güvercin.

Anlaşılamamak duygusu, son derece ürkütücü ve yalnızlaştırıcıydı…

Belki de herkesin kendini öne çıkarmak için, çırpınmasının, tekrar tekrar aynı şeyleri sergilemesinin ve bu uğurda her şeyi, her türlü deliliği yapmasının nedeni buydu…

Anlaşılamamak duygusu, çevreyle, toplumsal değerlerle ve yakınlarla sağlıklı iletişim kurulamaması ve içsel bir yalnızlığın dışa vurumuydu.

Ve çok korkutucuydu.

Anlaşılamamak, yalnızlık, yabancılaşma ve içe kapanma getirirdi.

Söylemek istediklerimi, artık söyleyemiyorum.

Zaten anlamayacakları için konuşmaya cesaretim de yok artık.

Çevremde bir tek Şerif’le konuşabiliyorum.

En iyisi onu bulayım da onunla biraz sohbet edeyim, diye düşündü güvercin.

Şerif yerine kendi kendine konuşurken, zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiş, çoktan öğlen olmuştu.

Selamlaşma faslını kısa kesip, içinden geçenleri, Şerif ile hemen paylaştı.

‘Öyle bir ruh halindeyim ki Şerif, sustuğum halde bağırmak istiyorum.

Ne var ki, bağırdığım zaman sesimi sadece ben duyuyorum…

Her şey yerli yerinde ama içimde hep bir eksiklik hissediyorum.

Son zamanlarda güvercin toplumuyla uyum sağlayamıyorum.

Sözlerim ya hiç anlaşılamıyor ya da garipsenip, yok sayılıyor.

Onlar gülerken ben ağlıyor, onlar ağlarken ben gülmek istiyorum.

Hep yanlış anlaşılmaktan ya da hiç dinlenilmemekten mustaribim…

Sözlerim başka kulaklara çarpamadan, boşluğa dağılıyor Şerif.

Bu yüzden konuşmayı bile bıraktım.

Sustuğumda bile daha iyi anlaşılıyorum.

Bazı insanların suskun kalma sebeplerini şimdi çok daha iyi anlıyorum’.

‘Sözlerin yabancılaşma kokuyor güvercin’.

‘Anlaşılamamak veya yanlış anlaşılmak için, ne diyorsun Şerif?’.

‘Anlattıklarınla, anlaşılan arasında epey fazla mesafe ve boşluk var güvercin’.

‘Çünkü kalabalıklarda bana değen kimse yok.

Karşındakilerin, anlayamayacakları şeyleri söylemeye kalktığında, anlaşılmaz oluyorsun’.

‘İletişim, çok taraflı bir eylemdir. İletişimin uyumu, tarafların anlaştıkları konularla ve onlarla sağlanır. Karşı tarafın hiç bilmediği bir iletişim, doğal olarak anlaşılamaz. Dinleyene, yabancı bir dille konuşma gibi gelir’.

‘Aynı dili kullansalar bile mi Şerif?’.

‘Aynı dili kullansalar bile güvercin.

Çünkü konuşmanın içeriği farklı anlaşılır’.

‘Demek ki içim parçalanırken, gülme sebebim buymuş’.

‘Neden için parçalanırken, gülüyorsun güvercin?’.

‘Çünkü onların anlayabileceği tek şey bu…

Ya da benim anlatabileceğim…’.

‘Ama bu maske takmak demektir.

Kişiyi, kendine ve çevresine çok daha fazla yabancılaştırır’.

‘Ne yapayım Şerif?

Herkes konuşurken, ben susuyor, başımı sallıyorum.

Sanki başka bir odadan onları dinliyorum.

Ne zaman konuşsam, sözcükler ağzımda eriyor.

Ne zaman anlatmak istesem, yüzlerine bakıyor ve susuyorum.

Aramızda camdan bir duvar var sanki, onları görüyor, duyuyor

ama kendimi onlara duyuramıyorum…

Beni nasıl olsa anlayamayacaklar düşüncesi, beni benden uzaklaştırıyor…

Her şey bana bakıyor ve ses etmiyor artık.

Varım ama kimse beni fark etmiyorsa, neden yaşıyorum?

Her şey yerli yerinde ama ben hiçbir şeyin içinde değilim artık…

Neden kendimiz olamadığımız her zaman,

Yavaş yavaş yok olduğumuzu fark edemiyoruz Şerif?’.

‘Bunları düşünmekle ve kendini böyle kanırtmakla, ne yaptığını sanıyorsun güvercin?

‘Geçmiş özlemim, yabancılaşma yaratıyor Şerif.

Yaşadığım anla, doğayla ve kendi benliğimle kurduğum ilişkiyi bozuyor.

Geçmişe duyduğum özlem, bugünü yabancılaştırıyor.

Kendimi bu dünyaya ait hissedemediğim için, içsel bir çatışma yaşıyorum galiba…’.

‘Geçmişle hatıralarla duygusal bir zemin yarattın kendine.

Geçmişi sürekli hatırlayarak, sürekli bugünle karşılaştırıyorsun, güvercin…’.

‘Öyle yapıyorum Şerif.

Çünkü geçmiş çok canlı, anlamlı ve sıcak geliyor,

bugün ise soğuk, uzak ve yabancı geliyor.

Eskiden her şey bir başka güzeldi, şimdinin hiç tadı yok…’.

‘Yani güvercin, şimdi sen ne yapıyorsun, aslında?’.

‘Geçmişe ağıt yakıyorum…’.

‘Neden geçmişe ağıt yakıyorsun?’.

‘Bugün çok sevdiğim bir güvercinin ölüm yıldönümü…

Özlemekten de ölünürmüş Şerif…’.

‘Hadi hadi güvercin…

Sevdiklerini anmanın çok daha güzel yolları var.

Neden aklına, böyle hissetmesi için, izin veriyorsun?

Her şeyden uzaklaşıp, çevrene neden sataşıyorsun?

Neden kendini, içinde yaşadığın toplum ve zamanla yabancılaşıyorsun?’.

‘Peki ne yapmalıyım, o zaman?’.

‘Neden içindeki sevgiye odaklanmıyorsun?

Kuantum yaşamda geçmiş ve gelecek aynı anda yaşanıyorsa

Ve senin bakışında her şeyi değiştiriyorsa eğer,

Neden kediyi öldürmeyi seçiyorsun güvercin?

Senin inandığın sevgi, zamanı aşmıyor mu?’.