Gerçeğin

hangi yüzünü seçmek

istersin Güvercin?

Yalancı bahar değildi.

Baharın ta kendisiydi gelen. Gelirken yanında papatyaları, sarı çiçekleri, toprağın üzerinde düğmeler gibi duran yuvarlak bembeyaz şemsiye çiçeklerini ve badem ağaçlarının muhteşem çiçeklerini getirmişti.

Badem ağaçları, beyaz çiçekleriyle süslenmiş, görkemli bir görünüş sergiliyordu. Bembeyaz badem çiçekleri, esen hafif rüzgarla nazlı nazlı düşerken, güvercine, karın uçuşarak yağışını hatırlatıyordu.

Yumuşaçık esen rüzgarla birlikte hissedilen sıcaklık, tüm canlılarda esneme gevşeme ve genişleme ihtiyacı yaratıyor, evrenin canlıları, nedenini bilemeseler de canlanıp aşkla, daha hızlı hareket etmeye başlıyorlardı.

Toprakta canlanmıştı. Güvercin, toprağın nefes almaya başladığını düşündü.

Bu güzelliği Şerif’le paylaşmalıydı.

‘Toprağın canlanmasına ve gerçekten baharın gelmesine ne diyorsun?’.

‘Çok erken ısındı’, diye yüzünü buruşturdu Şerif.

‘Niye böyle söylüyorsun? Her yer cıvıl cıvıl, çiçekler sanki topraktan fışkırıyor…’.

‘Senin ilk baharın ve yazın güvercin. Daha adanın yazını ve sıcağını görmedin.

Bizim klimalarımız var.

Onların altından çıkmadan yaşamayı öğrendik.

Ya hayvanlar ve güvercinler?’.

‘Bu aklıma gelmemişti, hiç bu kadar sıcak bir zaman ve yer görmedim ki ben?’.

‘Öyle olur ki sıcaklık ve nem, nefes almayı imkansız kılar…’.

‘Hayvanlar ve kuşlar ne yapıyorlar Şerif?’.

‘Onlar da gece hayatına başlıyorlar’ diye dalga geçti Şerif.

‘Ne demek istiyorsun?’

‘Tüm canlılar gündüzün yok oluyor, gece olunca yeniden doğuyorlar’.

‘Şaka yapıyorsun değil mi Şerif?’.

‘Hiç de değil’, derken, Şerif hiç gülmüyor, çok ciddi görünüyordu.

Tereddütle, ‘Yani’, dedi güvercin.

‘En olmadık yerde, saflığın tutuyor güvercin’, diyerek, artık dayanamadı, gülüverdi Şerif.

‘Yani’, dedi yeniden güvercin.

Gerçekten anlamamıştı.

Gülmek istiyor, yine de kendini tutuyordu.

Bahar bulaşıcıydı, gülmek bulaşıcıydı, ortak akıl ve zeka kullanmak bulaşıcıydı, yarenle sohbet ise mutluluktu, keyifti….

Dayanamadı, Güvercin kahkahayı patlattı…

‘Yine de dökül bakalım Şerif’, dedi.

‘Neden bu kadar keyiflisin sen?’.

‘Tüm canlılar, gündüz aşırı sıcak ve güneş altında,

bulabildikleri her gölgeliğe saklanır ve uykuya geçerler’.

‘Ne anlatıyorsun Şerif?

Ne bu?

Kış uykusu mu?’.

‘Madalyonun iki yüzü vardır güvercin.

Bir şey, çok faydalı olabilir. Ama bir o kadar da, zarar verebilir.

Ne kadar faydalıysa, o kadar da zarar verme ihtimali vardır?’.

‘Bir örnek vermeyi düşünüyor musun Şerif?

Bari dalgaya vurayım’, diye söylendi güvercin.

‘Örneğin, yaz güneşi’, dedi Şerif.

‘Tüm canlıları çarparak, öldürebilir?

Kanser riskini saymıyorum bile…’.

‘Ağzından bal damlıyor.

Yazın güneşten kaçılacak, anladım.

Peki ne yapacağız?’.

‘Gecelere akacaksın güvercin’.

‘Aşkolsun Şerif. Hiç gece uçan güvercin ve kuş gördün mü?’.

‘Biliyorum güvercin, güneş batınca, sizde batarsınız?’.

‘Hayrola, Şerif, ölüm doğum derken, şimdi de bizi batırıyor musun, sen?’.

‘Şimdi, kim dalga geçiyor güvercin?’.

‘Bizler gece olunca güvenli bir yer bularak,

orada güneş doğuncaya kadar uykuya dalarız.

Bizim yaşam döngümüz, doğrudan güneşin hareketlerine bağlıdır.

Kuş türlerimizin bazıları, güneşin peşinden giderek göç ederler.

Ama güvercinler yaşam alanlarını ve yuvalarını, zorlanmadıkça terketmezler.

Neden geçen gün kaldığımız yerden sohbete devam etmiyoruz Şerif?’.

‘Sufle ver güvercin’, dedi Şerif.

‘Sabırdan ve niyetten bahsetmiş, ardından, ‘elimizde ne varsa, onunla tamamlanırız’, demiştin. Şimdilik aklımın sınırlarında kalmayı seçemez miyim, diye sormuştun.

Geçmişin yüreğinde açtığı yanıkları, iyileştirip, sızlamasını durdurmaya çalışıyordun?’.

‘Aşkolsun Şerif, ben böyle mi söylemiştim?’.

‘Belki tam öyle değildi ama aşktan harab olmuş yüreğimi iyileştirmeye, kendini yenilemeye uğraşıyorum, demedin mi?

Bu yüzden, hiçbir şey seçmemeyi seçiyorum demedin mi?’.

‘Laflarımı cımbızla mı çekiyorsun Şerif’, diye kızgınlıkla sordu güvercin.

‘Niye kızıyorsun güvercin?

Bekleyerek yaşamın ritmine ayak uydurmaya çalışıyorum, sınırları belli bir limana girmeyi seçtim, demedin mi?’.

‘Ben böyle mi söyledim Şerif’, diye inkar etti güvercin.

‘Kendini mi kandırıyorsun yoksa beni mi Güvercin?

Açıkça böyle söylemediysen bile ima ettin’.

Bir an durdu Şerif.

‘Bak şimdi, sen böyle kızdıkça daha iyi hatırlamaya başladım güvercin.

Yüreğimde çok küçük bir kıvılcım kalmıştı Şerif, dedin. O yüzden yüreğimde kalan o küçücük kıvılcımla güvenli bir limana kaçtım, demiştin. Üstelik aşkın kimyası yerine aklın kimyasını seçtim diye de ilave etmiştin’.

‘Dur artık Şerif’, diye bağırdı Güvercin.

Yeniden gülmeye başladı Şerif.

‘Zülfü yare dokununca niye bu kadar kızıyorsun güvercin?

Aklın kimyasını tarif etmedin mi? Yalan mı?’.

‘Nasıl oluyor da bir hafta önce konuştuklarımızı ve benim sözlerimi, benden daha iyi hatırlayabiliyorsun Şerif?’.

‘Belki de böyle net hatırlamamın tek sebebi sadece aşktır’. dedi Şerif, yumuşak bir sesle…

‘Olamaz mı?’.

‘Olur, neden olmasın  Şerif?’.

‘Geçen hafta son olarak niyetten konuşmamış mıydık biz?

Ne yaparsak yapalım, farkı yaratan niyetimizdir, demiştin güvercin’.

‘Ne çok konuşmuşum, haklısın öyle demiştim galiba’.

‘Farkı yaratan niyetimizse,

neden artık yüreğin dilinden konuşmaya başlamıyoruz, Güvercin?’.